hesabın var mı? giriş yap

  • hali hazırda mevcut olan vampirlik mefhumunu silbaştan yaratmayı marifet sanan insan evlatları sağolsun, sürekli gözümüze gözümüze sokulan ve en azından beni feci uyuz eden bir zevzeklik.
    sanırsın her yönetmen francis ford coppola, sanırsın her senarist anne rice...

    "vampirler gün ışığında toza dönüşürler, kalplerine kazık çakılınca ölürler sanıyordun değil mi? yanlış!!! vampirler aslında boyunları kırıldığında geberirler...

    ...diye düşünmüş olabilirsin. alakası yok! vampir dediğin yaratık, kafası koptuğunda nalları diker. çok ileri seviyedekileri acil durumlarda yarasaya dönüşebilirler. gün ışığı onları öldürmese de güçlerini söndürür...

    ...gibi gelmiştir allah bilir sana!!! alakası yok... zaten vampir, kabil'in soyundan gelen, ve lanetlenmiş ölümsüz insanlardır aslında. sonsuza kadar yaşayacak ve bu cinayetin lekesini hep üzerlerinde taşıyacaklardır...

    ...diyorsundur şimdi sen! ahahaha... yok artık ya! vampir dediğin clublarda takılan, gün doğumunu ray banle izleyen, olsa olsa yüksek faktörlü krem kullanarak gündüz mündüz caddeye akan, bildiğin gececi havalı kimselerdir...

    ...diye kandırırlar milleti. aslında mısır zamanında yapılmış biyolojik bir deneyin yanlış gitmesi sonucunda........"

    (bkz: akar akar akar)

  • 4 yaşından daha büyük değilim. diş hekimi annem, ben küçük olduğum için evimizin bir bölümünü muayenehane olarak kullanıyor. bir gün yaşlı bir dede geliyor. elma şekeri yanaklarından yaşlar akıyor, belli ki çok ağrısı var. annem hemen gerekenleri yapıyor, ağrısını dindiriyor. ama dedenin gözleri kurumak bir yana, barajlar dolduruyor. çocuk aklımla çözemiyorum n'oluyor, acaba o da diğer hastalar, çocuklar gibi korkudan mı ağlıyor. peki neden gözleri-yaşları yerde, anneme dualar mırıldanıyor? sonradan öğreniyorum tedavi bedelini ödemeye gücünün yetmediğini. ve hatırlıyorum, yine gözleri yerde, bana, sattığı elma şekerlerinden verdiğini. ve unutmuyorum, ertesi sabah, ertesi hafta, ve onun da ertesi haftalar, kahvaltıda o dedenin köyünden gelen kar beyaz yumurtalar yediğimizi.

    aradan bir sene kadar geçiyor. televizyon izliyoruz. dışarısı kar fırtına. kardan adam yapmak için havanın az biraz durulmasını beklerken biz, kapı çalınıyor. kapı açma heveslisi ben, uça koşa kapıyı açıyor şaşkınlıkla bakıyorum. "aa o dede", yanaklarından tanıyorum. ellerinde yine elma şekerleri, bembeyaz köy yumurtaları. ama bir şey daha var bu sefer; bir çok insanın ödeyemeyeceği, kimisinin de ödeyebileceği halde, dişlerini yaptırdıktan hemen sonra kayıplara karıştığı için ödeyemediği o parayı, ak dede, pembe yanak dede, elma şeker satan, köyünden gelen yumurtalardan torunlarına üç-beş arttıran dede, gece gündüz demeden çalışıp, belki biraz daha ağarıp, biraz daha kızarıp biriktirmiş, parayı anneme uzatıyor. gözleri hala annemin gözleriyle buluşamıyor. ağlayacak gibi oluyorum, boğazımda yumruk var, beceremiyorum. anneme bakıyorum, gözlerinde renkler, resimler, kelimeler; ha düştüler, ha düşecekler. "ama ben o parayı sana helal ettiğimi defalarca söylememiş miydim ah amcacım" diyen annem değil, annemin sesi bu değil.

    hala elma şekeri yerken bir tuhaf olurum.

  • "lunaparktan geliyorum. ne dolaplar dönüyor inanamazsınız. işin içinde çocuklar bile var."

    komik lan.

  • ''belki de şimdi gökte 3 elmacı (steve jobs, newton ve adem) oturmuş, hangi elmanın insan hayatını ne kadar değiştirdiğini konuşuyorlardır.''

  • öldükten sonra, ırmaktan şarap içeceği, 72 tane küçük kız çocuğuna sahip olacağı hayalleriyle hayatını ziyan eden ve sürekl, başkalarına da zehir etmeye çalışan sapık mallarla tarihin en güzel taşşaklarından bazılarını geçmiş olan büyük üstad.

  • "geçen hafta enseme allah yazan dövme yaptırdım cumaya gittim arkamdaki adam görmüş doğum lekesi sandı mucize diye bağırdı.. beni omuzladılar beş gündür geziyoruz daha yeni geldim eve."

  • ilkokul öncesi dönemler...

    "hakan peker'in son kasedi çıktı" haberini duyunca "son kasedi çıkmış, başka kasedi çıkmayacak artık" diyerek ağlamıştım. hadi son kasedinden kastedileni yanlış anlamam önemli değil de hakan peker be abi..

  • hastalıktan ziyade boş boş dikilmeyi sevmeyen adamın durumudur. onun yerine açar kitabımı okurum en azından o metrodaki 65 yıldır duş almayan insanlardan bir nebze olsa uzaklaşırım diye düşünmektedir. daha müsait zamanı yoktur büyük ihtimalle. işten gelir 7-8 gibi ve dinlen, yemek ye, işinle ilgili bakman gereken şeyleri kontrol et derken zaten saat akşam 11 falan olur. o saatten sonra anca 1 saat yatağına uzanıp kitap okur ama yetmez. akşam yatarken yarım bıraktığı dünyaya o boktan metroda devam eder

    bence kitap okuyan yerine okumayıp ağzındaki soğanla kavrulmuş kıyma ve koltuk altından leş gibi ter kokan ayıyı tartışmalıyız.

  • arsen ziyagil, ziyagil yalısı'na yatılı misafir olarak gittiğinde nerede uyuyordu, hangi yatakta yatıyordu, çok merak ediyorum.

    giriş katında sadece iki oda var. küçük olanda deniz de courton, büyük olanda firdevs yöreoğlu yatıyor. salonun bulunduğu ikinci katta ise sadece bir yatak odası var. orada da adnan ziyagil ile bihter yöreoğlu uyuyor. bir üst katta ise üç oda var. orada da behlül haznedar, bülent ziyagil ve nihal ziyagil kalıyor. aslında eskiden nihal ziyagil ile bülent ziyagil aynı odalarda kalıyordu ve en üst kattaki bir odada deniz de courton kalıyordu. bu sebeple giriş katındaki büyük oda ile küçük oda boştu. adnan ziyagil ile bihter yöreoğlu'nun evlilikleri öncesinde arsen ziyagil muhtemelen firdevs yöreoğlu'nun kaldığı büyük odada kalıyordu. ama mevzubahis evlilikten sonra bülent ziyagil ile nihal ziyagil kardeşlerin odaları da ayrılınca ve de firdevs yöreoğlu da ziyagil yalısı'na taşınınca yalıda oda kalmadı. bu şartlar altında arsen ziyagil yalıya geldiğinde hangi odada kalıyor çok merak ediyorum. evin hizmetlilerinin kaldığı bodrum katta kalmıyordur herhalde. zaten o katta da boş oda var mı bilmiyorum. yıllardır içimde koca bir boşluk doğuruyor arsen ziyagil gizemi.

  • pixar'ın en iyi işlerinden biri olmuş.

    bir defa belli bölgelerde sadece türkçe dublaj seçeneği ile sunulması sizi irite etmesin.en mühim seslendirme gupse özay tarafından öyle ustaca kotarılmış ki sanki olması gereken buymuş hissiyatı ile izliyorsunuz.

    film, beynin kontrol merkezinde beraber yaşayıp çalışan neşe, üzüntü, korku, öfke ve tiksinti'nin küçük bir kızın yaşamını iyiye götürme mücadelesini anlatıyor diyebiliriz. kızın doğuşu ile dünyaya gelen neşe, kızı hep mutlu edeceğini düşünürken kendisinden az sonra doğan üzüntü'nün varlığını yadırgar. ardından diğerleri gelir.

    neşe, herkese iyi davranıp kızın çekirdek hafızasını neşeli anılarla doldurmakla meşguldur ama tüm iyi niyetine rağmen diğer duyguların biçimsiz davranışlarına anlam veremez. özellikle de üzüntünün her şeyi istemeden de olsa kötüye götürdüğünü düşünür. kızın ailesi, minnesota'dan san fransisco'ya taşındığında karşılaştığı sıkıntılar genel merkezi birbirine katacak. neşe ve üzüntü bu kaos içinde gruptan ayrı düşerek her şeyi sıfırdan öğrenecektir.

    --- spoiler ---

    bir defa film aşırı kompleks. yani elbette bir çocuğun izleyip keyif almaması mümkün değil ancak oturup her sahnenin tartışması yapılabilecek kadar kapsamlı anlatımlar var. bilinç altı, uzun vadeli anılar, geçmişteki anıların zamanla unutulması, büyüme süreci ve bu süreçte en sevdiğin şeylerin bile bir noktada geride kalması gerekliliği (hayali arkadaş, neşe kurtulsun diye kendini çukura geri bırakınca göz yaşları akmayan var mıdır?), ailenin her zaman en son ve en zor yıkılan dayanak olduğu, öfkenin sürekli sizin yararınıza gibi durmasına rağmen nihai olarak size zarar veren işler yapması ve filmin ana konusu olan, her şeyi gülerek geçmenin mümkün olmadığı, hayatın bir parçası olan üzüntüyü de yaşamanın zaruriyeti ve aslında neşeye giden yolun üzüntüden geçmesi, bir nevi neşeye anlam verenin bu olması.

    araya yerleştirilen çoğu kadın-erkek farkı temalı espriler çok iyiydi hem de hikaye ile bütün arz etti. her pixar filmi gibi sayısız atıf ve ilginç detaya sahipti film. tabii çoğunu fark etmedim ama sağdan soldan okuduklarımızı derleyelim sevenler için:

    pixar filmlerinde diğer pixar filmlerine yer verme adeti sürmüş. riley'in hafıza toplarının bazılarının içinde diğer pixar filmlerinin karakterleri görünüyormuş. hayal dünyasında find me isimli kapağında nemo olan bir oyun ve henüz vizyona girmeyen good dinasour oyunu varmış. ratatuy'un karakterlerinden biri bir dergi kapağında görünüyormuş.

    yazarlar şaşkınlık, gurur, dürüstlük dahil olmak üzere 27 farklı duygu tasarlamış ama çok karışık olunca sayıyı 5'e kadar indirmişler.

    riley'in sınıfında arkadaki haritadaki işaretler, tüm pixar filmlerinin geçtiği bölgeleri gösteriyormuş.

    kısa süreli hafızadaki bilgilerin uyku sırasında uzun süreli hafızaya alınması gibi olayların bilimsel olarak doğru olması için psikologlarla çalışılmış.

    kontrol odasında ortadaki üç yuvarlak düğme mickey mouse kafası oluşturuyormuş.

    yemek masasında babanın futbol düşündüğü sahne, ülkelere göre farklı hazırlanmış. zannederim amerika ve kanada'da adam hokey düşünüyormuş filmle uyumlu olarak. avrupa'da futbol. bir de senarist bu sahneyi bire bir kendinden aldığını söylemiş.

    senarist, hikayeyi yazarken kendi kızının büyürken yaşadığı sıkıntılardan ilham almış.

    her duygu bir simgeye benziyor. neşe=yıldız, tiksinti=brokoli, üzüntü=göz yaşı, korku=sinir ağı, öfke=tuğla şeklindeymiş. hayali arkadaş bing bong ise 5 duygunun da rengini taşıyor.

    pixar filmlerinin meşhur pizza kamyonu filmde en az 3 kere gözüküyormuş senarist öyle demiş ama bulması kolay değilmiş.

    herkesin fark ettiği: öfke'nin okuduğu gazeteler riley'in yaşamını anlatıyor. manşetler o günkü en önemli olay oluyor.

    benim kendi kendime fark edip sevindiğim, filmden çok kopuk duran, "unut gitsin jake burası bulut şehri (cloud town)" repliği "unut gitsin jake burası çin mahallesi (china town)" repliğine bir atıf. chinatown filminden.

    riley bir şeye üzüldüğü anda kamera bulanıklanıyormuş anlık, fark etmedim bunu.

    bilinç altının kapısında bekleyip, benim şapkam muhabbeti yapan iki varlık, godot'yu beklerken'deki vladimir ve estragon'a atıfmış.

    pek çok animatorun çıktığı yer olan california sanat enstitütüsünün a113 numaralı sınıfından dolayı pixar filmlerinde sürekli gördüğümüz a113 yazısı bu filmde de riley'in sınıf numarası.

    gene her pixar filminde sevenlerin aradığı (benim asla bulamadığım, hiç bulamam böyle şeyleri) pixar topu olarak geçen o yıldızlı top, riley ile bing bong'un oynadığı geçmiş sahnelerinin birindeymiş.

    filmde isimleri bir kere bile geçmemekle birlikte riley'in anne ve babasının isimleri jill ve bill 'miş.

    öfke-korku ve tikstinti arasında geçen ayı muhabbetinin sebebi san fransisco'daki gay community ile ilgiliymiş diyorlar ama pek ikna olmadım.

    eski anılar silinirken, piyano derslerinin silinmesi ama 2 parçasının saklanması kararı çıkıyordu. bu da tom hanks'ın big filmine atıfmış ama filmi izlemediğim için bilemeyeceğim nasıl.

    yapıp yapıp yıkılan karttan kalede 3 kart kullanıyormuş. papaz (king), kız (queen) ve oğlan (jack) burada. king yerine babanın, queen yerine annenin resmi varmış. jack'te de j yerine riley'in r'si kullanılmış.

    big bong'u seslendiren adam "onu benim için aya götür" repliğini söylerken gerçekten ağlamış. ağlamasa şaşardım.

    her karakterin "şef" duygusu farklı. bu riley'de neşe iken, babada öfke, annede üzüntü.

    ana karakter diyebileceğim neşe, film boyunca 5 temel duyguyu da yaşıyor. zaten neşeli, üzüntüye kızıyor, hayali erkek arkadaştan tiksiniyor, palyaçodan korkuyor (net haklı), ve sonunda üzülüyor.

    riley uyanık olduğunda beyninde gök mavi, uyuduğu zaman karanlıkken, evi terk etme kısımlarında uyanıkken de mavi olmak yerine bulutlu, kasvetli bir hal alıyor.

    bing bong'un bacaklarımı hissetmiyorum sözü doğrudan frozen'daki kardan adamın sözüne atıf.

    buna çok ikna olmadım bir daha izlemem lazım ama üzüntü, neşe dışında diğer 3 duyguyla, hatta bing bong dışında içerideki hiç bir karakterle diyaloga girmiyormuş.

    bu net bir bilgi değil ama yukarıda yazılmış, ben de hayali erkek arkadaşın doğrudan justin bieber göndermesi olduğunu düşünüyorum.
    --- spoiler ---

    tüm bunlara ek olarak filmin sonunda büyüyen kontrol paneli ve gelen "ergenlik butonu" sadece bir espri mi yoksa yeni bir filme kapı mı bilemeyeceğim ama merakla bekliyoruz.

    son olarak pixar'ın film önü kısa film uygulamasını bu defa çok beğenmedim. kısa film olan lava'yı çok beğendim ama merakla neşeyle oturulan koltuklarla bir anda insanı üzüyor, heves kırıyor sanki. dişi volkan sudan yükselip, erkek volkan ona yalnız olmadığını söyleyemediği anda bildiğin dertlendim üzüldüm film öncesi.

    neyse inside out diyelim, mutlaka izlensin diyelim.

  • hasar gören sigortalı aracın, sigortacı tarafından alınıp yine hasarlı bir şekilde ihale yöntemiyle satıldığı ve 'dolaşımda olan' araçları diğer araçlardan ayrıştıran sıfat.

    bu tip araçların nispeten kolay bir şekilde satılması için bazı ağır hasarlı araç sahipleri tarafından üretilen önemli bir karşı argümanı konuşalım: 'yetkili servis tarafından hasarı şişirilmiştir.'

    hasarı şişirmek o kadar kolay değil arkadaşlar. araba servise iner, eksperi gelir, eksperi gelmeye devam eder, sigortanın gönderdiği denetçi gelir arabayı kontrol eder, eksperin bürosunda çalışanlar kalem kalem tüm ekspertizi kontrol eder. gerekirse eksper bir daha gelir tekrar teyit eder. sigorta şirketleri belli hasar limitlerine belli eksperler gönderir. bunlar hep hasarlar şişirilmesin diyedir. genellikle ağır hasarlı bir aracın ekspertiz - araştırma - onay süreci aracın hasar onarımından daha fazla sürer. 2 haftada onarılıp müşteriye teslim edilecek bir araç 1 ay bu bürokrasinin çalışmasını da bekler.

    ayrıca yetkili servisler ayağına gelen işi kaçırmazlar. bu şirketler birer ticari müessesedir. müşterilerin araçlarını tamir ederek para kazanırlar. servise gelen ve onarılmadan giden tüm araçlar servis için zarardır. bir sürü operasyonel zarar vardır. lift, otopark işgal ederler ve aracın işlerini yürüten çalışanlar vardır. bu kişilere maaş ödenir. eğer bir araba sigorta şirketinin anlaşmalı yetkili servisine çekilmiş ise, bu aracın tüm hasar süreçlerinden sonra eğer araca pert kararı verilirse, ilgili servis tüm bu işi bedelsiz yapar. ne sigortalıdan ne de sigortacıdan bedel talep edebilir. kimse böyle bir işi yapmak istemez.

    örneğin hasarlı araca sigorta şirketi pert total kararı vermiş olsun ve aracı ihale yöntemiyle satmış olsun. sigortalıya da parası ödensin. artık sigortalı ile işimiz kalmadı. bu araçların ihalesine dükkan sahipleri, tamirhaneler, kendi hesabına çalışan ustalar, komisyoncu-avantacılar vb. girerler. sonra bu arabaların onarımı ve satışına geçilir.

    şimdi bu aracın onarım maliyetine dönmek lazım. e zaten sigorta şirketi bu muhasebeyi yaptı ve yetkili serviste onarmanın kendi çıkarları için daha maliyetli olduğuna karar verdi. demek ki onarım maliyetlerinin düşmesi lazım. onarım maliyetlerini dörde bölelim. 1/4 işçilik geri kalanı da yedek parça olacak şekilde. yetkili servis olmadığı için işçilik maliyetini yarı yarıya düşürelim. olayın koptuğu yer yedek parçadır. gözün görmediğine gönül katlanır misali bu araçlara bir parça takılır 3 parça takılmaz, yama yapılır, direnç atılır, macun atılır vs vs. eğer denk düşürdüğünüz aracın çıkma eşdeğer vs. yedek parçaları halı hazırda sizde mevcut değilse, rakamı düşürmek için başka metotlara kaymanız gerekir. haberlere ve ekspertiz videolarına konu olan araçlar işte bu araçlardır. 2 farklı aracın gövdesi birleştirerek yapılan çok tehlikeli ve illegal işlemlerde genelde aracı tamir edecek kişi hedef atış yapar. arka kısımdan ağır hasarlı x aracını ihaleden alır çünkü x aracının arka gövdesi elinde mevcuttur.

    şimdi tekrar servis tarafına dönelim.

    aracın üreticisi demiş ki ilgili parça parçanın toplam yüzeyinin şu kadarı kadar hasar görmüş ise o parçayı yenisiyle değiştir. niye? tüketiciye olan taahhütlerimiz devam etsin diye. ne bu taahhütler? boya ve antikorozyon garantisi, onarım garantisi, işçilik garantisi, en önemlisi güven ve kafa rahatlığı garantisi. yeni parçayı boyuyorum, araca takıyorum, 23. ayda boyada bir sorun gözle görülür hale geliyor, araç servise geliyor. ne yapıyorum? ücretsiz yeniden boyuyorum.

    üretici bir grup aktif ve pasif güvenlik ekipmanı ile doldurmuş aracı. aracı güvenli yapan şeyler bunlar. ağır hasar kayıtlı arabanın airbaglerini açıyorsun; başka bir aracın ünitesi var, beynine direnç atmışlar ki gösterge paneline arıza uyarısını yakmasın diye. kaza olduğunda airbag açılacak mı? hayır.

    tamponlar. aracın en dışındaki kaporta parçaları. işlevi ne? çarpma anında yayayı korumak. yayanın az hasar görmesini sağlamak. bu yüzden esneyen büzülen kırılan bileşenlerden üretiliyorlar. ama aynı zamanda simetrik ve aracın genel bütününü bozmayacak şekilde monte edilmeli ve hizalanmalıdırlar. tırnaklı plastik parçalar ve perçinler vasıtası ile gövdeye uyumlu şekilde montajları yapılır. ağır hasar kayıtlı araçları söküp bakalım, ya ısıtılarak yapıştırılmışlardır, ya mastik çekilmiştir veya bir sürü yeni değişik teknikle emanet şekilde montajlanmışlardır. tamponun içinde darbe emicisinden aerodinamik parçalara, radyatör çerçevelerinden davumbazlara bir sürü farklı yedek parça vardır. arabayı söküyoruz darbe emici çıkmıyor içinden. darbe emici olmadan tamponun güvenlik açısından neredeyse hiçbir kıymeti yoktur. süs işlevi görür.

    farlar. görüş için çok önemlidirler. yükseklik ayarı yapanı, amörtisöre bağlı çalışanı, kendinden beyinli olanı vs. bir sürü çeşidi var. far ayarına bakıyorsun biri kuzey yarım küreye diğeri güney yarım küreye bakıyor. yükseklik ayarı yapan parça var mı? yok. takılmamış. araba tüv'de kusur aldı ve geri döndü. çözüm üretmek lazım. çözüm: emanet iki far takıp muayeneden geçmek ve eski farları geri takmak.

    torsiyon ve dingiller. tekerlekleri birbirine bağlayan bu parçalar pahalıdır ve eğer araç torsiyon çubuklu ise tekerlekten darbe alması durumunda torsiyonun darbe görme ihtimali vardır. yetkili servisler milimetrik cetveller ile bu ölçümleri yapar, ağır hasar kaydı olan araçlarda aracın böyle bir darbesi var ise genelde bu sorun torsiyonu ısıtarak yerine çektirme şeklinde düzeltilir. onarımın da sınırları vardır fakat bu sınırlar bilinmez. değişmesi gereken bir torsiyon değişmediyse ciddi güvenlik riskleri ortaya çıkar ve arabada konfor mümkün değildir. araba yolda gezer.

    bir diğer konu da 'ağır hasar kayıtlı' araçlara kasko poliçe yapılıp yapılmamasıdır. bu araçlara poliçe yapılması aracın cazibesini artıran bir şeymiş gibi yansıtılır. bilinen nedir? 'ağır hasar kayıtlı' araca kasko yapılmaz. fakat karşı argüman için her zaman bu tip araçlara kasko yapan 1-2 sigorta şirketi bulunur. bu da genelde poliçe ve prim üretme çabasından, yani ilgili sigorta şirketinin pazar kaygısından ileri gelir. ağır hasar kayıtlı bir araç aldınız, bir de ne tesadüf ona kasko yaptıracak bir şirket buldunuz. koşa koşa gidip poliçe kestirdiniz. sonra gün geldi ufak bir kazaya karıştınız. aracın eski hasarının olduğu yerden. araba servise gitti bakıldı önde tampon hasarlı ve değişmesi gerekli. aman ne görelim tampona eski hasarından dolayı kaynak yapılmış ve oradan kırılmış. farı kırılmış ama far bağlı bulunduğu panele kendi ayağı ile değil bir tel ile bağlı!!! allah allah nasıl olur. bu araba servise yatar arkadaşlar, ya dosya reddedilidir ya aynı şekilde derme çatma yapılır ya da artık araç sahibi illallah eder gider başının çaresine bakar. o yüzden çok güvenmeyin 'ağır hasarlı araca da kasko yapılıyor' rahatlatmasına. arabanın durumu ne ise araba ona göre muamele görür. ağır hasarlı aracı sanayilerde toplatıp yeniden poliçe kestirirler, arabayı gider düz duvara vurup sigortadan para alırlar. bunlar bu işin içindekilerin bildiği pratiklerdir. bunun gibi bir sürü olay döner bu işlerde.

    bütün mesele sadece ağır hasar kayıtlı araçlar değildir. bir sürü araç sahibi araçlarının kasko poliçesi olmasına rağmen bu tip işlere kendi istekleriyle girerek bu 'suistimale çok açık ve denetime muhtaç' işin değirmenine su taşırlar. aracın riskini bir kuruma devrediyorum, risk gerçekleşiyor fakat ben hakkımı kullanmayıp, sicile işlenmeyecek metotlar kullanarak aracı eski haline getiriyorum. niye? tramere işlenmesin, satarken fiyat kırmasınlar diye. tamirde şeffaflık esastır. güven yaratır. şeffaflık var mı? yok.

    işler her zaman böyle yürümez.
    her vaka kendi gerçeklerini getirir; çok nadir bir araba çıkar karşına, alırsın ince eler sık dokur yaptırır binersin. keyfi bir iştir.
    -arabanın iki parçası hasar görmüştür, pert olmamalıdır ama sigortalı çok baskı yapmıştır, fiyatı kırmıştır aracını pert ettirmiştir. hasar gören araca binmeyip zararına katlanıp aracı servise bırakıp çıkan çok insan var.
    -tam tersi aracını pert olması gerektiği halde pert ettirmeyen ve yaptırıp binen çok fazla insan var. kimisi de değişim maliyetine katlanmak istemez.

    ben otomotiv sektörünün servis bacağında çalışan bir kişiyim. ikinci el araçlarda nasıl akıl almaz şeyler döndüğünü, aracın gerçek kondüsyonu hakkında alıcıların nasıl yanıltıldıklarını maalesef çoğu zaman ilk elden görüyorum.

    elbette temiz ve ilkeli çalışan bir sürü dürüst ve işinin ehli kişiler mevcut ama onları bulmak maalesef kolay değil. televizyonda ve sosyal medyada çok fazla dolandırıcılık vakaları görülüyor bu konu üzerinden. youtube'da bir ekspertiz firmasının kanalı mevcut; sürekli birbirinden farklı ve her seferinde bizi şaşırtan onarımlar, hatalı işler ve dolandırıcılıklar ortaya çıkıyor. bu araçlara birileri biniyor. ben, sen, en sevdiklerimiz, yakınlarımız. araçlar birbirinden farklı binlerce parçanın ahenk içinde çalıştığı makinelerdir ve bunlar üzerinden yapılan işlemler işinin ehli kişilerce, ilgili malın standartları kapsamında yapılmalıdır. ama eğer risklerin farkında iseniz, olası bir olumsuzluktan daha az etkilenirsiniz. ama risklerin farkında değilsinizdir, bu işlerin yabancısısınızdır, ekonomik kaygılarla böyle bir araç tercih ederseniz muhakkak bir uzman görüşüne, tarafsız bir otoriteye başvurun.

    sevgiler

  • “tası, tarağı toplamak”...

    meğerse durumun berber araç gereciyle hiç ilgisi yokmuş.

    osmanlı istanbul'unda elit kesimin gittiği meyhanelere "gedikli" denirdi. bunlar loncaya bağlı legal yerlerdi.

    orta sınıfın müdavim olduğu illegal meyhaneler ise "koltuklu" idi.

    19. asrın ortalarında sadece ıstanbulda 80 gedikli vardı. koltuklularla birlikte sayının 1000 olduğu tahmin ediliyor.

    alt gelir gruptakilerine hizmet eden seyyar meyhaneciler ise "ayaklı" diye anılırdı. sayıları 800'ü geçen ayaklılar, başlarında şerbetiye denen bir başlık ve omuzlarında peşkir ile gezinirlerdi.
    bu onların tanınma alametleriydi.
    bellerinde koyun bağırsağına doldurulmuş rakı ve kaftanlarının içinde ise kadehler bulunurdu.
    bu kadehlere rakı tası anlamında "tas-ı arak" adı verilirdi.

    zabıta baskını söz konusu olunca tas-ı arağını gizleyerek kaçmaları gerekiyordu.
    bugün kullandığımız "tası tarağı toplamak" deyimindeki tarak, bilindiğiniz saç tarağından değil rakı anlamındaki "arak" tan gelmektedir.